
Eiffel dönüşünde Paris’e ulaşıp ilk metro kullandığımızda olduğu gibi suratımızdan memnuniyetsizlik okunuyordu. Metroları pis ve ürkütücüydü. Gare De Nord – Gare De Lion ise en kötü istasyonlardı. Filmlerde gördüğümüz cinsten serseri tipli zenciler tedirginliğimi artırıyordu. Öyle ki akşamları metro ile dönerken Londra’da olduğu gibi keyifli değil kalabalık (Serkan, ben ve Yusuf Yusuf =)) dönüyorduk. Serkanın koluna sıkı sıkı yapışıyordum ve hızlı hızlı yürüyorduk. Londra kendimizi yabancı hissetmediğimiz kadar yabancıydık Paris’de.
Ertesi sabah park ve bahçe gezerek başladık turumuza. Öğle vakti Louvre Müzesindeydik. Piramit şeklindeki kapısından içeri girdikten sonra çıkmamız 5 saatimizi aldı. Turkish Bath, Monalisa derken resim odalarını, heykel odalarını seri bir şekilde gezdik. Arada soluklanlamak için terasda oturup kırmızı şarap eşliğinde gezi notlarımızı yazdık. İçeride ki ihtişam insanda büyülenmiş etkisi yaratıyordu. Gösterişli avizeler, aynalar..




Sonrasında yolumuz bizi Saint Chapel Kilisesine çıkardı. Şanslıydık içeride ayin vardı. Kendimize bir yer seçip izlemeye başladık. Koro, tütsüler, sakinleştirici bir ortam. Kilisenin ambiansını sevmişimdir hep.
Notre Dame Katedrali’ni gezdiğimizde henüz kulelerine çıkıldığını bilmiyorduk. İçerisini gezip oradan Latin sokaklarına geçmiş, oradan da Çiçek bahçelerinde alışveriş yaparak otelimize dönmüştük.
Veee büyük gün. Tatilimizin ilk gününden beri olduğu gibi bugünde sabahın köründe uyandık. Üstelik başka bir heyecanımız vardı Disneyland’a gidecektik. RER hattını kullanarak kapıya ulaşıyoruz. Kalabalık içerisinde en az kuyruk olan gişeyi gözümüze kestiriyor ve tabiî ki Türk mantığı ile ikimiz ayrı gişelerde kuyruğa giriyoruz. Gişede görevli soruyor stüdyolarıda gezecek misiniz? Bilmiyoruz ki..
İçeride oradan oraya koştururken zaman kazanmak için gitmeden öğrenmiş olduğumuz

Yorgunluğumuzun üzerine otelde bir duş alıp cici kıyafetlerimizi giyip akşam yemek için Champs-Élysées’e yürüyoruz. Gözümüze kestirdiğimiz şık bir restoranda keyif yapmayı hakettiğimize eminiz. Çorba+ana yemek+tatlı. Görevli hatuna domuz eti istemediğimi belirtiyorum ve siparişlerimiz geliyor. Küçük bir şişe kırmızı şarapla bu keyfi tamamlıyoruz. Restoran’a girer girmez Serkan sayesinde yaşadığımız komik olaya gülüyoruz gece boyunca. Görevli hatun üzerimizdekileri yanda bulunan ve dekorasyonun bir parçası olan kaşık şeklinde askılara asabileceğimizi söylüyor. Serkan ise kaşıklarla ne yapacağını bilemiyor ve soruyor Spoon?? :)
Paris’de son günümüze çantalarımızı otelin emanetine bırakarak hızla başlıyoruz. Gezimizin önceki günlerde eksik kalan kısımlarını Champs-Élysées’e ve Notre Dame Kulelerine çıkarak tamamlıyoruz. Notre Dame Kulelerine çıkarken çiseleyen yağmur kasvetli bir Paris görüntülememizi sağladı. Katedralin ünlü çanı "Emmanuel" i görüp daha önce çıktığımız tüm yükseltilerde heybetli bir şekilde karşımızda kalan Sacro Cuore’u görmek üzere hızla aşağıya indik.

Paris gothic elbiseler ve aksesuarlar satan mağazalar açısından zengin olmakla beraber fiyatlar makul olmadığı için aklımız kalarak sadece bakmakla yetiniyoruz.
Trenin hızını aklımızın almadığını yanından geçtiğimiz arabaları görünce anlamlandırmaya başladık. Cafe bölümünde, hızla giden trende camdan dışarıyı seyrederek bir şeyler yiyip içerken Paris’de geçen güzel anlarımızı gözden geçirdik.
1 yorum:
Paris'i ne kadar özlediğimi hatırladım yazınızı okurken, gerçi yer isimleri ile ilgili ufak tefek hatalar var ama o kadar kusur kadı kızında da olur :) bu güzel yazı için teşekkürler
UA
Yorum Gönder